Sağlığımız Hakkında · Taş Hastalığı

Gebelikte Böbrek Taşı Hastalığı

Yaklaşık olarak her 1500 gebeden biri böbrek taşı problemi yaşamaktadır. Gebelerde taş oluşumunu arttırabilecek birçok fizyolojik değişim tanımlanmış olmasına rağmen genel olarak artmış taş sıklığına rastlanmamaktadır. Var olan taşlar ise gebelik ile beraber idrar kanallarındaki gevşeme ile beraber daha sık olarak idrar kanalına düşerek ağrılı tabloların yaşanmasına neden olmaktadır.
Oluşan taşların sıklığı gibi içeriği de gebelik dışındaki zamanlarda oluşan taşlardan farklı değildir.

Gebelik zamanında taş olmasa bile böbreklerde belli bir miktar şişliğe rastlamak doğal kabul edilmektedir. Bunun nedeni böbrekten idrarı idrar kesesine ileten kanalcıkların gebelik ile büyümüş ana rahmi ile leğen kemiğinin arasına sıkışması olduğu gibi aynı zamanda gebelik sırasında oluşan hormonal değişiklikler de bu kanalcığın kas yapısında gevşemeye neden olarak görece bir şişlik de yaratabilir. Bu şişlik sağ böbrekte %90 oranında görülürken sol böbrekte de %67 oranında şişliğe rastlanmaktadır. Böbreklerdeki şişlik gebeliğin 6 ila 10.haftasında başlar ve doğumdan sonra 6.haftaya kadar şişlik sürebilir. Böbrekteki bu doğal kabul edilebilecek şişlik böbrek taşının yolu tıkamasına bağlı olarak gelişen şişlikten farklı olarak genellikle ağrıya neden olmaz. Bu nedenle tek taraflı ağrıya neden olan böbrek şişlikleri taş şüphesi doğurmalıdır.
Gebelikte taş tanısı gebe olmayan hastalardaki kadar kolay değildir. Böbrek taşının klasik bulguları olan yan ağrısı, bulantı, kusma, sık idrar yapma hissi gebelerde taş hastalığı olmadan da görülürken, gebelerde büyüyen ana rahmine bağlı olarak taş ağrıları bel ve kasık gibi klasik konumlarından farklı noktalarda hissedilerek ağrının doktor tarafından yorumlanmasını güçleştirebilir.

Tanısı atlanmış bir böbrek taşı gebelerde böbreklere zarar vermek dışında erken doğuma, preeklampsi veya izole yüksek tansiyona neden olabileceğinden, dikkatli olarak hastaların taş açısından değerlendirilmeleri ve tanı atlanılmaması önemlidir.
Gebede taş tanısı sırasında kullanılabilecek görüntüleme yöntemleri sınırlıdır. Özellikle bilgisayarlı tomografi, intravenöz pyelografi (IVP), floroskopi gibi radyasyon içeren görüntüleme yöntemlerinin belli bir dozun üzerinde kullanılması anne karnındaki bebeğin bedensel ve zeka gelişimine olumsuz etki etmenin yanında kanser riskinin artmasına da neden olmaktadır. 5cGy olarak tespit edilmiş dozun altında olan kullanımların ise düşük veya doğumsal anomali riskini arttırmadığı düşünülmektedir. Klasik intravenöz pyelografi (IVP) veya bilgisayarlı tomografi 5cGy’e yakın radyasyon dozları içerdiklerinden bu teşhis yöntemlerinde metodolojik değişikliklere gidilmesi gerekmektedir.
Radyasyon içermeyen bir yöntem olan ultrasonu anne karnındaki bebek için güvenlidir ve dolayısıyla taş şüphesi olan gebelerde ilk tercih edilen görüntüleme yöntemi olmaktadır. Buna rağmen gebelik döneminde doğal olarak gelişmiş olan böbrek şişliği veya henüz şişliğe neden olamayacak kadar yeni tıkanıklığa yol açmış taşlarda ultrasonun tanı koyma yeteneği belirgin olarak düşmektedir. Son yıllarda ultrasonların Doppler özellikleri kullanılarak doğru tanı koyma oranını arttırmaya çalışılmaktadır, fakat bu konuda bilimsel çalışmalar henüz net sonuçlara ulaşmamıştır.
İntravenöz piyelografi (IVP) damardan verilen kontrast maddenin böbreklerden süzülürken çekilen seri filmler ile idrar kanallarının boyanmış olarak görüntülenmesine dayanır. Halk arasında “boyalı film” olarak adlandırılmaktadır. IVP hem normal filmlerde görülmeyen taşların görüntülenmesini hem de böbreklerin fonksiyonlarını göstermesi açısından değerlidir. Rutin IVP çekilme protokolünde 4-10 film çekilmesini gerektiğinden gebelerde kullanımı uygun değildir. Bunun yerine yapılan uygulama çekime doktorun eşlik ederek sadece gerekli dakikalarda filmlerin çekilmesi ve bu sayede film sayısının 2-3 düzeyinde ve alınan radyasyonun da 1-2 cGy düzeyinde tutulmasıdır. Film sırasında verilen kontrast maddenin anne karnındaki bebeğe geçişi gösterilmiştir. Buna rağmen bu madde bebekte herhangi bir gelişimsel probleme yol açmamakta ve kanser riskini arttırmamaktadır.
Kontrastsız bilgisayarlı tomografi (BT) IVP’ye oranla daha yüksek miktarda bilgi sağlaması ve alerjik reaksiyonlara neden olabilecek madde kullanımına ihtiyaç göstermemesi nedeniyle normal hasta grubunda IVP’nin yerini almış ve böbrek taşı tanısında altın standart kabul edilmektedir. Gebe hasta grubunda ise kullandığı radyasyon düzeyi 3,5 cGy düzeyine ulaştığında uygulanamamaktadır. Yeni cihazlarda taş tanısına yönelik yeni protokoller tanımlanmış ve hastaların maruz kaldıkları radyasyon düzeyi 0,75 cGy düzeylerine çekilmiştir. Yine de IVP ve BT gibi radyasyon içeren yöntemlerin gebelerde sadece diğer yöntemlerle tanı konulamayacak kadar karmaşık ile anne ve bebeğin hayatını tehdit eden durumlarda kullanılması uygun olacaktır.
Manyetik rezonans görüntüleme (MR) gebelerde güvenle kullanılabilecek bir görüntüleme yöntemidir. Bu yöntem ile böbreklerde ve idrar kanallarında oluşan değişiklikler net olarak görüntülenebilmektedir. MR ile yaşanan sorun taşların MR’da belirgin bir görüntü vermemeleridir. Bu nedenle MR idrar kanalında bir tıkanmanın olduğunu net olarak gösterebilirken darlığın nedeni hakkında net bir bilgi verememektedir.
Sonuç olarak böbrek taşından şüphelenilen bir gebede ilk tercih edilen yöntem ultrason iken, tanısı konulamamış vakalarda MR, BT ve IVP’nin de sınırlı kullanım alanı vardır.
Tanısı konulmuş taşlarda hastanın genel durumu, gebeliğin süresi, taşın büyüklüğü ve konumu tedavinin genel hatlarını belirler. Her şeyden önce bilinmelidir ki taşların yaklaşık %70 kadar büyük bölümü takip edildiğinde kendiliğinden düşer. Bu nedenle ağrısı ve bulantısı ağızdan alınan ilaçlarla kontrol edilebilen ve böbrek şişliği kritik düzeyde ilerlemeyen tüm gebeler takip edilmektedir. Genel durumu kötüleşen, ağrısı ve bulantısı ağızdan alınana ilaçlarla kontrol edilemeyen hastalarda ise tedavi gerekmektedir. Tedavide temel amaç hamile anne adayına ve karnındaki bebeğine zarar vermeden idrar akımının tekrar sağlanması ve bunun ile birlikte ağrı ve bulantının kontrol altına alınmasıdır. Bu yönde yapılan ilk tedavi çoğunlukla yıllardır üreteral stent takılması olmuştur. Zorunlu hallerde genel anestezi almadan lokal anestezi ile dahi yapılan bu işlemde böbrek ile idrar kesesi arasında taş ile tıkanmış olan kanala taşın yanından geçecek şekilde bir kateter, bir lastik boru takılmaktadır. Bu borunun bir ucu böbrek toplayıcı kanallarındayken bir ucu da idrar kesesinin içindedir. Dışarıdan görülmeyen bu lastik boru gebelik süresince hasta içinde kalmakta ve birçok gebede sıkıntıların gebelikten sonra yapılacak kesin tedaviye kadar ertelenmesini sağlamaktadır. Bazı gebelerde ise bu takılan boru idrar kesesinde hassasiyete ve ağrıya neden olmakta, sık tuvalete gitme ihtiyacı ile gebenin hayat kalitesini düşürmektedir. Bu hastalarda alternatif olarak idrarın cilt delinerek böbreğe takılan bir tüp ile dışarı alınması önerilebilir, fakat sürekli bir torba ile dolaşmak birçok gebe tarafından kabul edilemez olarak görülmekte. Son dönemde teknolojinin ilerlemesi ve endoskopik aletlerde ve lazer teknolojisindeki gelişmelere paralel olarak bu hastalara daha sık olarak üreteroskopik tedavinin gebelik döneminde sunulması gündeme gelmiştir. %70 ila 100 arasında başarısı bildirilen bu yöntemde ucunda ışık ve kamerası bulunan üreteroskop adı verilen cihazlarla idrar deliğinden girilerek idrar kanalı boyunca ilerlenmekte ve taş ile karşılaşıldığında lazer ile taş parçalanmaktadır. Dışarıdan ses dalgaları ile taş kırma yöntemi olan ESWL’nin gebelerde kullanımı sakıncalıdır.